info@nnpartners.com.tr +90 534 666 83 44

Enflasyon Sebebiyle Oluşan Munzam Zarar

Paranın İç Alım Gücünün Değer Yitirmesi(Enflasyon) Sonucunda Oluşan Zararların Munzam Zarar Kapsamında Talep Edilmesi:

Enflasyon sonucunda oluşan zararlar, başlıca munzam zarar kalemlerinden biri olup, temerrüt faizi ile karşılanamayan zarara ilişkin olduğundan asıl alacaktan bağımsız ve ek zarar niteliğindedir ve saklı tutulmasına gerek olmaksızın, 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde istenebilir

Temerrüde düşen borçlu karine gereğince kusurlu sayılır. Temerrüde düşen borçlu kusursuz olduğunu ispat ederse aşkın zararı ödemekten kurtulur.

Aşkın zararın varlığını ispat külfeti, aşkın zararın varlığını iddia edene düşer. Ancak kanun koyucu hangi zararın ispatında hangi yöntemin uygulanacağına ilişkin bir düzenlenmeye yer vermemiştir. Bu nedenle de aşkın zararın ispatında hangi yöntemin uygulanabileceği yargı kararlarıyla şekillenmektedir.

Zarar miktarının hesaplanabilmesi için iki yöntem vardır. Birincisi somut yöntem, ikincisi ise soyut yöntemdir.

Somut yöntemin uygulanması durumunda, zararın varlığını iddia eden, somut vakıalar ile zararının varlığını ispat etmelidir. Ayrıca temerrüt ile zarar arasındaki nedensellik bağını da ispat etmek zorundadır.

Soyut yöntemde ise ile alacaklıya ispat kolaylığı sağlanmaktadır, çünkü zarar soyut olarak hesaplanmaktadır. Bu yöntemde belli ekonomik göstergeler dikkate alınarak değerlendirme yapılır. Alacaklı bu yöntemde uğradığı zararı somut vakıalarla ispat etmek zorunda değildir. Temerrüt faizi ile karşılanmayan zararın varlığını başta enflasyon, devalüasyon, altın fiyatlarındaki artış, tüketici fiyat endeksi, üretici fiyat endeksi ve asgari ücret artış oranlarındaki artıştan yola çıkarak ispat edebilir.

Yargıtay kararlarına bakıldığında ispat ölçüsü olarak genellikle somut yöntemin uygulanması gerektiği görülür. Yargıtay’a göre, enflasyon ve devalüasyon artışlarının varlığı, aşkın zararın ispatlandığı anlamına gelmemektedir. Alacaklının kanıtlaması gereken husus, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı uğradığı zarardır.

Ne var ki, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 sayılı başvuru nolu kararında, “Başvurucunun alacağı, enflasyon karşısında önemli bir değer kaybetmiştir. Bu tespite rağmen başvurucunun, ayrıca zarara uğradığını ispat etmesi şeklindeki katı yorum nedeniyle, kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil denge, başvurucu aleyhine bozulmuştur” denerek, alacağın enflasyon karşısında önemli bir değer kaybetmiş olması gerçeğine rağmen ayrıca zararın ispat edilmesi gerektiği şeklinde yorum yapılması mükiyet hakkına aykırı bulunmuştur.

Bu bağlamda, farklı ispat yöntemlerinin benimsendiği kararları dikkatinize sunmaktayız:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 2011/730 E., 2012/373 K., 13.06.2021 T.

Dava, kamulaştırma bedelinin zamanında ödenmemesi dolayısıyla uğranılan munzam zararın tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemenin, davanın kısmen kabulüne dair verdiği karar, taraf vekillerinin temyizleri üzerine, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş;yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

Direnme hükmünü taraf vekilleri, temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilke olarak Borçlar Kanunu'nun 105. maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan zararın ispatına ilişkin olup; ülkede varlığı kabul edilen genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri) "malum ve meşhur" olgular olarak kabulü dolayısıyla zararın ispatlanmış mı sayılacağı, yoksa bunlar dışında, davacının durumuna özgü, somut vakıalarla mı kanıtlanması gerektiği, noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, munzam zarar Borçlar Kanunu (BK)'nun 105. maddesinde düzenlenmiştir.

Anılan yasa maddesine göre alacaklının duçar olduğu zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini isbat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir.

Munzam zarar sorumluluğu kusura dayanan temerrüdün hukuki bir sonucudur ve borçlunun zararının faizi aşan bölümüdür.

Borçlu para borcunu vadesinde ödemediğinde (temerrüdü oluştuğunda) sözleşme veya yasada belirlenen gecikme faizi ödeme yükümü altına girer. Bu durumda BK'nun 103 uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilmektedir. O nedenle alacaklıya, uğradığı zararı isbat yükümü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun, kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı giderme hakkı tanınmıştır.

Bunun dışında, alacaklının uğradığı zarar temerrüt faizinin üstünde gerçekleşmiş olması durumlarında ise, davada uygulanması gereken BK'nun 105.maddesi gündeme gelir.

Öncelikle, munzam zararın hukuki tanımı ve kapsamı üzerinde durulmasında yarar vardır.

Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla, temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabilir.

BK'nun 105.maddesi, kaynağı ne olursa olsun, temerrüt faiz yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz zenginleşme, kanun, vekaletsiz iş görme olabilir.

Bu bağlamda belirtilmelidir ki, munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır.

O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü (BK.md.105), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar geçen zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar, bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyle, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sona ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez. Hal böyle olunca, asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazi kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile zamanaşımı süresi içinde her zaman istenmesi mümkündür.

Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanmakta olup, buradaki kusur borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Davacıların kayden malik oldukları Seferihisar ilçesi Doğanbey Köyü Sirebük mevkiinde bulunan … parsel sayılı taşınmazın davalı idare tarafından 29.12.1977 tarihinde kamulaştırıldığı; komisyonca takdir edilen 5.881.439-TL kamulaştırma bedelinin noter tebligatında bankaya bloke edileceğinin bildirildiği; anılan bedelin ödenmemesi üzerine davacılar vekili, … parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelinin müvekkillerine ödenmesi için davalı idareye ihtarname gönderdiği, anılan ihtarnamenin idareye 13.4.1981 tarihinde tebliğ edildiği; 13.4.1981 tarihinde tebliğ edilen ihtarnameye rağmen kamulaştırma bedeli ödenmediğinden davacılar tarafından davalı idare aleyhine 12.10.1990 tarihinde açılan ve Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1.10.1998 tarih ve E:1998/128, K:1998/275 sayılı kesinleşen hükmü ile de "....bankaya yatırılmış ihtilafsız bedel olan 5.881.439 TL'nin davalıya çekilen ihtarnamenin tebliğ tarihi olan 13.4.1981 tarihinden itibaren 4.12.1984 tarihine kadar % 5, 4.12.1984 tarihinden 31.12.1997 tarihine kadar % 30, 1.1.1998 tarihinden itibaren % 50 yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile davacılara hisseleri nisbetinde ödenmesine, fazla talebin reddine...." karar verildiği; halen de kamulaştırma bedelinin davacılara ödenmediği, dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

Ayrıca dosyada bulunan 20.05.2009 tarihli bilirkişi kurulu raporunda ise, dava tarihi (17.05.2004) itibariyle kamulaştırma bedelinin 5,88 TL olduğu, belirtilen bu kamulaştırma bedelinin 13.04.1981 ila 17.05.2004 dava tarihi arasında işleyen yasal faiz tutarının ise, 44,95 TL olduğu bildirilmiştir..

Nihayet Ziraat Bankası'nın 13.5.1992 tarihli cevabında 837 parsele ait kamulaştırma bedelinin (5.881.439-TL) 2.4.1979 tarihinde bankalarına yattığını ancak henüz mal sahipleri olan Seval , Ali, Nazmi’ye ödeme yapılmadığı bildirilmiştir.

Şu durum karşısında, alacaklının davasında dayandığı maddi olgulara uygulanması zorunlu görülen HUMK. md. 238/2 ve Medeni Kanun md.7 anlamında belirlenen delillerle alacaklı zararının kanıtlandığına ilişkin karinenin vücut bulduğu ve böylece davacının zararını isbat yükünü yerine getirdiğini kabul etmek gerekir. Bu aşamadan sonra sorumluluktan kurtulmak isteyen borçlunun; somut olayın özellikleri nedeni ile ya alacaklının bir zarara uğramadığını, ya da borcunu zamanında ifa etmiş olsa idi dahi alacaklının borç konusu miktarı değeri düşmeyecek bir biçimde değerlendiremeyeceğini ispat etmesi gündeme gelebilir.

Bunların yanında, 20.10.1898 tarih ve K:3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'nda “para her zaman kullanılması mümkün ve temettü getiren bir meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın vücudu muhakkaktır” şeklindeki kararı da gözetmek gerekmektedir.

Somut olay itibariyle, davacıların kamulaştırılan taşınmazlarının bedelini aradan geçen uzun süreye rağmen henüz tahsil etmemiş bulunmaları, bu bedelin dava tarihindeki satın alma gücü dikkate alındığında, zararlarını kanıtlamış olduklarının kabulü gerekir. Belirtilen bu gerekçeyle yerel mahkemenin direnmesi yerindedir.

Ne var ki, Yüksek Özel Daire bozma nedenine göre, somut uyuşmazlıkta zararın miktarını ve diğer temyiz itirazlarını incelemediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, taraf vekillerinin zararın miktarı ve diğer hususlara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 18.Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE, 1086 sayılı HUMK'nun 440/1.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13.06.2012 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.

YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ, 2020/967 E., 2021/859 K., 15.03.2021 T.

Dava, davacı yüklenicinin davalı arsa sahipleri ile imzaladıkları kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesinin feshi sonucu ... 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/885 E. sayılı dosyası ile açılan ilk tazminat davası neticesinde karşılanamayan aşkın zararın tazmini istemine ilişkin olup, mahkemece, davanın reddine dair verilen kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 23. Hukuk Dairesi'nce davacı vekilinin tüm temyiz itirazları reddedilip verilen 08.10.2019 gün, 2016/5283 Esas, 2019/4089 Karar sayılı onama ilâmına karşı davacı karar düzeltme talebinde bulunmuştur.Munzam zarar, davanın dayanağı olan kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesinin düzenlendiği 22.09.1994 ile ... 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/885 E. sayılı davanın açıldığı tarihlerde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 105/1 ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 122/1. maddesinde düzenlenmiştir. Borçlar Kanunu'nun 105/I. maddesinde munzam zarar başlığı altında yapılan düzenleme ile ""Alacaklı düçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir."" denilmek suretiyle alacaklının temerrüt faizini aşan zararını borçlunun kusurunun bulunmadığını ispat edememesi halinde ödemekle yükümlü olduğu kabul edilmiştir. 6098 sayılı TBK'nın 122/1. maddesinde de ""Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı gidermekle yükümlüdür."" şeklinde BK'nın 105. maddesindeki düzenlemeye paralel ve dili sadeleştirilmiş bir hüküm getirilmiştir. TBK'nın yürürlüğe girmesini düzenleyen 6101 sayılı Yasa'da bu konuda açık bir düzenleme bulunmadığı ve munzam zararla ilgili bir değişiklik söz konusu olmadığından değerlendirmenin kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesinin kurulduğu ve davaların açıldığı tarihlerde yürürlükte bulunan 818 sayılı BK'nın 105/I. maddesi kapsamında yapılması gerekir. Yargıtay HGK'nın 10.11.1999 gün ve 13-353/929 sayılı kararında vurgulandığı üzere; Munzam zarar sorumluluğu kusura dayanan borçlu temerrüdünün hukuki bir sonucudur ve alacaklının zararının faizi aşan bölümüdür. Borçlu para borcunun vadesinde ödemediğinde (temerrüt) oluştuğunda sözleşme veya yasada belirlenen “gecikme faizi” ödeme yükümü altına girer. Bu durumda BK'nın 103. maddesi uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilmektedir. O nedenle alacaklıya, uğradığı zararı ispat yükümü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı giderme hakkı tanınmıştır. Bunun dışında, alacaklının uğradığı zararın temerrüt faizinin üstünde gerçekleşmiş olması durumlarında ise, davada uygulanması gereken BK'nın 105. maddesi gündeme gelir. Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabilir. BK 105. kaynağı ne olursa olsun, temerrüt faiz yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz zenginleşme, kanun, vekâletsiz iş görme olabilir. Bu bağlamda hemen belirtelim ki, munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuki aykırılıktır. O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü (BK 105), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyla, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sonuç ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi (BK'nın 105/2) takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez. Hâl böyle olunca, asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazî kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile on yıllık zamanaşımı süresi içerisinde her zaman istenmesi mümkündür.Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. BK'nın 105. maddesi kusur karinesini benimsemiştir. Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Farklı bir anlatımla, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun tümerrüde düşmedeki kusurunun varlığı asıldır. Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür. Alacaklı, borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak, temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir. Dairemizce uzun yıllar munzam zararın varlığını davacı alacaklının somut delillerle kanıtlamak zorunda olduğu kabul edilip uygulanmış olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 sayılı başvuru nolu kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tesbite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesinin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı gözönünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelince; davacı yüklenicinin bu davadaki talebi 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 105/1 ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 122/1. maddesinde düzenlenen aşkın zarara ilişkin olup, ... 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/885 E. sayılı dosyası ile açılan ilk tazminat davasında karşılanmayan zararlarının varlığı ve miktarını mahkemenin de kabulünde olduğu gibi somut delillerle ve yeterince kanıtlayamamışlardır.Ancak, ülkemizde yaşanan ve herkes tarafından bilinen enflasyon, artan fiyatlar, döviz artışı vs. gibi olgular nedeniyle her zaman alacaklıların zararının temerrüt faizi ile karşılanması mümkün olmayacağından, öncelikle munzam zarar talep edilen alacakla ilgili temerrüt tarihinden tahsil tarihine kadar geçen süredeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, banka vadeli mevzuat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili getiri bilgilerinin resmi kurumlardan sorulup tesbit edildikten sonra, oluşturulacak munzam zarar hesabı konusunda uzman bilirkişi kurulundan, tahsiline karar verilen davacı alacağının temerrüt tarihinde bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması ve değerlendirilmesi halinde tahsil tarihlerinde asıl alacakla birlikte getirisinin ulaşabileceği miktar ile tahsiline hükmedilen asıl alacak ve bu alacak için temerrüt tarihinden tahsil tarihlerine kadar davacının tahsil edebileceği ve tahsil ettiği faiz miktarı ve toplam miktar ve bu şekilde bulunacak toplam miktarlar arasındaki fark konusunda gerekçeli, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp değerlendirilerek faizle karşılanamayan zarar konusunda sonucuna uygun bir karar verilmesi yerine ... 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/885 E. sayılı dosyası ile davacının tazminat talebinin hüküm altına alındığı gerekçesi ile davanın reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.

Yerel mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulması gerekirken onandığı, bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldığından, davacının karar düzeltme talebinin kabulü uygun görülmüştür. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının karar düzeltme taleplerinin kabulü ile Yargıtay 23. Hukuk Dairesi'nin 08.10.2019 gün 2016/5283 Esas, 2019/4089 Karar sayılı onama kararının kaldırılarak yerel mahkeme hükmünün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harç ile karar düzeltme harcının istek halinde davacıya iadesine, 15.03.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ, 2018/5338 E., 2019/12839 K.,19.12.2019

Davacı, 30.12.1998'de davalı F2den 1999 model X1 marka aracı satın aldığını, airbag ve şanzıman arızası nedeniyle İstanbul 1. Tüketici Mahkemesi’nin 2007/4496 Esas sayılı dosyası ile aracın değişimi için dava açtığını, mahkemece aracın 0 km yenisiyle değişimine karar verildiğini, kararın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini, ilk davayı açtıktan sonra araç arıza yaptığında aracın yarı kapalı garaja çekildiğini ve muhafaza için bedel ödemek zorunda kaldığını, kendisinin ulaşım için bedel ödemek zorunda kaldığını ve bu arada yeni bir araç aldığını, yeni araca yaptığı ödemelerden dolayı bu meblağın getirisinden mahrum kaldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00-TL (250,00-TL ulaşım bedeli, 250,00-TL otopark-yediemin bedeli ve 500,00-TL munzam zarar olmak üzere) maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiş; ıslahla talebini 250,00-TL ulaşım bedeli ve 250,00-TL otopark bedeli olarak talep ettiği bedeli 5.166,00-TL ya yükseltmiştir.

Davalılar, ayrı ayrı davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davacının davasının (2.516,00-TL ulaşım, 3.150,00-TL otopark, 500,00-TL munzam zarar olmak üzere) 6.166,00-TL olarak kabulüne, 6.166,00-TL'nin tüm davalılardan alınarak davacıya verilmesine, 1.000,00-TL için 17/06/2004 tarihinden itibaren, 5.166,00-TL için ilk ıslah tarihi olan 03/01/2012 tarihinden itibaren avans faizi işletilmesine, bozmadan sonra yapılan ikinci ıslahın yapılmamış sayılmasına ve son bilirkişi raporunda belirtilen munzam zarar bakımından miktarın geçerli olup olmadığının açıldığı taktirde ek davada tartışılmasına, karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalılar tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.

1-Davacının temyiz itirazları bakımından;

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-Davalıların temyiz itirazları bakımından;

a-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekir.

b-Davalılar F1 A.Ş., F3 A.Ş. ve F2 Ltd. Şti’nin munzam zarara yönelik temyiz itirazları bakımından;

Dava, ilk açılan davadan sonra araç için ödenen muhafaza ücreti, ulaşım bedeli ve ikinci alınan araçtan dolayı uğranılan munzam zararın tazminine ilişkindir. Mahkemece, davacının ıslahla artırtırdığı aracın muhafazası ve kendi ulaşımı için ödediği bedel karşılığı olan 5.166,00-TL’nin kabulüne karar verilmiştir. Ancak davalılar F1 A.Ş. ve F3 A.Ş. icra dosyasında yediemin ücretini ödediğini beyan ederek ödeme definde bulunmuşlar, ancak bu konuda mahkemece bir inceleme yapılmamıştır. Davalıların ödemeye ilişkin iddiası ödeme defin niteliğinde olup borcu söndüren sebeplerdendir ve davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkündür. O halde, mahkemece, adı geçen davalıların dile getirdiği ödeme savunması üzerinde durulmalı ve ödemenin yapıldığına ilişkin belgeler getirtilip değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, bu yönler gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde davanın bu alacak kalemi bakımından kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

c-Davalılar F1 A.Ş. ve F3 A.Ş.’nin ödeme defiine yönelik temyiz itirazları bakımından;

Dava, ilk açılan davadan sonra araç için ödenen muhafaza ücreti, ulaşım bedeli ve ikinci alınan araçtan dolayı uğranılan munzam zararın tazminine ilişkindir. Mahkemece, bozmadan önceki bilirkişi raporlarında belirtildiği gibi davacının icradan gelen cevaba göre de 3.150,00 TL otopark ücreti ödediği, ayrıca ulaşım bedeli olarak da 2.516,00 TL zarar hesaplandığı ve yine munzam zarar olarak da son bilirkişi raporlarında 14/07/2016 tarihli raporda çok daha farklı bir rakam hesaplanmış ise de bu rakamın geçerli olup olmadığına gerektiğinde ek dava açıldığında bu rapor irdelenerek munzam zarar hakkında 500,00 TL'nin üzerindeki kısım için karar verilmesi gerektiği, buna göre 31/05/2010 tarihli K6, K7, K8'ın verdiği rapor ile aynı bilirkişilerin 06/05/2011 tarihli raporları ve hukukçu bilirkişi K9'in raporu dikkate alınarak bozmadan önceki ıslah talebi dikkate alınarak davacının davasının kabulüne karar verilmiştir. Öncelikli olarak dava konusu somut olayda, çözümlenmesi gereken hukuki sorun; davacının ikinci aracın alınmasından kaynaklı söz konusu bedeli değerlendiremediği için bir zararın mevcut olup olmadığıdır. Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Zira; davacı parayı ne şekilde kullanacağını kanıtlayamamıştır. Soyut enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması, munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez. Burada davacının kanıtlaması gereken husus enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak ikinci aracı almasından kaynaklı zarar gördüğü keyfiyetidir. Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeniyle paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular BK'nın 105. (T.B.K. 122.) maddesinde sözü edilen munzam zararın varlığını göstermez. O halde mahkemece, yukarıda anılan hususlar bir bütün olarak değerlendirilerek, davacı munzam zararın varlığını somut delillerle kanıtlayamamış olduğundan munzam zarar talebi yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ, 2020/5000 E., 2021/381 K., 25.01.2021

Davacı, davalıların murisi ... aleyhine başlatılan icra takibine kesinleştikten sonra iki kez İcra Tetkik Merciine itiraz edildiğini ve mahkemece itirazın reddine karar verildiğini, akabinde açılan menfi tespit davasının da reddine karar verildiğini, alacaklarının kesin yargı kararına bağlandığını, 1990 yıllarına ait alacaklarının enflasyon nedeniyle değer yitirdiğini, reeskont faizinin uğradıkları zararın telafisinden uzak kaldığını, denkleştirici adalet kuralının da açtığı bu davayı destekler nitelikte olduğunu ileri sürerek; paralarının dava tarihi itibariyle değerinin tespiti ile şimdilik 1.000,00 TL munzam zarar alacaklarının tahsiline karar verilmesini istemiş, ıslah ile talep miktarını 153.092,03 TL'ye artırmıştır.

Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın kabulü ile 153.092,03 TL'nin tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, başlatılan takibe İcra Tetkik Mercii nezdinde yapılan itirazlar ve açılan menfi tespit davası nedeniyle alacağın tahsilinde gecikildiği iddiasına dayalı, alacağın güncellenmesi isteğine ilişkin olup, dava dilekçesinde dava munzan zarar olgusuna dayandırılmış, bilahare denkleştirici adalet ilkesinden hareketle talepte bulunulmuştur . Bilindiği üzere, munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüd sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Başka bir anlatımla, temerrüd faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar biçiminde tanımlanabilir. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 122. maddesinde ; '' Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür. Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder'' şeklinde düzenlenmiştir. Munzam zarar alacaklısı; öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını; bu alacağının geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüd faizi ile karşılanmayan zararını ve miktarını; zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmek, zararın ortaya çıkışını belirleyen inandırıcı hükme esas tutulabilecek nitelikte maddi olguları da açıklamakla yükümlüdür. Borçlu, ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlamakla sorumluluktan kurtulabilir. Buradaki kusursuzluk, temerrüde düşmekteki kusursuzluktur. Yoksa, temerrüde düştükten sonraki aşamada gelişen olaylarda (yargılamanın uzaması vs.) aranan bir kusur değildir. Sorumluluk için borçlunun temerrüde düşmekteki kusurunun varlığı asıldır. Somut olaya dönülecek olursa, davacı alacaklının açıklamalar kapsamında uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorunluluğu bulunmaktadır. Ne var ki, enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin, temerrüt faizinden yüksek oranda olması munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmemektedir. Burada davacının kanıtlaması gereken husus, enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak ödemenin gecikilmesinden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Aslında, davacının bu hususta bir iddiası da bulunmamaktadır. İcra dosyasının incelenmesinde de; davalı borçluların borcu ödememek için hile ve desiseye başvurduğu hususunda bir emareye de rastlanılamamıştır. Diğer yandan, denkleştirici adalet ilkesi haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder ki, eldeki davada uygulama yeri bulunmamaktadır. Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, kararın bozulması gerekmiştir.